21 Nisan 2011 Perşembe

Büyümek!!!




Büyümenin en güzel olduğu dönem sanırım hala çocuk olduğumuz zamanlardır. Yıllar geçiyor ve biz büyüdükçe çocukluğumuzda ellerimizden kayıp gidiyor. Önce ergen oluyoruz, etrafımızda neler olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz. Sonra hayatın başka tatları da olduğunu  keşfediyoruz, heyecanlanıyoruz. İlk aşkımız bize kavak yelleri esintisi yaşatıyor. Arkadaşlıkların en özel ve en saf hallerini yaşıyoruz. Sonra biraz daha büyüyoruz..Alışık olmadığımız başka bir telaşla tanışıyoruz. Bir koşuşturma sarıyor hepimizi. Daha o yaşta arkadaşlarımızla rekabete başlıyoruz Öss denen yarışta..


Hayat mücadelesinin ilk etabıyla tanışıyoruz. Kimimiz kazanıyor bu yarışı kimimiz kendilerince başka yollarda bu yarışa devam ediyor. Ama artık eskisi kadar çocuk değilizdir..Sonra üniversiteyle birlikte genç olmayı da öğreniyoruz. Mücadele etmeyi, içimizde kalabilen kadarıyla saf dostluklar kurmayı, rakı sofrası adabını, eğlenceyi tadında bırakabilmeyi, kendimizi keşfetmeyi ve artık bir birey ve söz hakkımız olduğunu öğreniyoruz..Çarçabuk geçiyor bu yıllar ve en tatlı yerinde bitiveriyor.


Zor da olsa geçen yıllara özlemle bakıyoruz, ağzımızda bıraktığı o mayhoş tadla birlikte..İşte asıl kavga ve mücadeleyele ondan sonra tanışıyoruz. Hayat kavgası denen şey dörtbir yanımızı sarmıştır artık..İş bulma süreci, birşeyler başarma isteği ve kendi ayaklarımızın üzerinde durma isteği başlamıştır. Şanslıysak ya ailemizin yürüttüğü işe devam ederiz (ki bu en şanslı olanı), ya da bir şekilde bir işe başlamışızdır. Önce sanırız ki onca yıl yarışmakta olduğumuz bu mücadele bitti ve artık kendi ayaklarımızın üzerinde durabiliriz. Tabii bu bulutların üzerinde gezdiğimiz rüya çok sürmez ve gerçek dünya bize gülle etkisi yaratarak hoşgeldin der!


HOŞBULDUK...

10 Nisan 2011 Pazar

Anlamlaştırmak..

Bazen herşey griye giderken renklere boyamak isteriz. İsteriz ki griliğin içinde bir anlam canlı bir ışık  olsun. Aslında hepimiz az çok hayatımıza anlam katmak için bir şeyler yapmıyor muyuz?  Amaç sadece kendimizi biraz daha mutlu hissetmek değil midir? Severek yaptığımız bir işten sonra yüzümüz nasıl da gülüyor..
İşte bu da beni gülümseterek yaptığım şeylerden biri.
İlk yağlı boya tablomu dün akşam bitirdim.  Kendimi pek yetenekli görmesem de haftada bir gün katıldığım  resim atölyesinde bir kaç saat de olsa kendimi hayatın stresinden uzaklaştırabiliyorum. Yoksa çok çekilmez olmazmıydı bu hayat?



8 Nisan 2011 Cuma

Hüzün ve Sabır


Dert etme Can! Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan, ne multlu sana!
Elinde olmayanları söyleme bana. Elinde olanlardan söz et Can!
Üzülme gidenler dönmeyecek mi?
Yitirdiğini, her ne ise bir bakarsın yağmurlu bir gecede veya bir bahar sabahında karşına çıkmış..
Bil ki güzellikler de var bu hayatta. Gel-gitlerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?
Hüzün olgunlaşıtırır. Kaybetmek sabrı öğretir unutma..
"Mevlana"


Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir.
Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir..

 "Şems-i Tebrizi"

5 Nisan 2011 Salı

Hayat/Ayşe KULİN

Herkesin vardır yeni yılın gelmesiyle kafasında kurduğu ve gerçeğe dönüştürmek istediği hedefleri...Bu seneki hedeflerimin biri de  her hafta bir kitap bitirmekti. Şimdiye kadar bu hedeften çok şükür ki bir sapma görülmedi, aman nazar değmesin diyelim:) Nitekim başarıyla uygulayabildiğim tek hedef diyebilirim:) Gelelim ne okuduğuma..Aslında şu sıralar gündemdekinden çok farklı değil, eminim birçok kitap severin kütüphanesinde mevcuttur..
Önce Ayşe Kulin'in HAYAT-HÜZÜN Dürbünümde Kırk Sene'den başlayayım..Yazar aslında kitabı tek bir kitap olarak yazmış fakat 700 syf. olunca yayınevi mecburen ikiye bölmüş kitabı.


Okuyanlar bilir bu kitap Veda ve Umut kitaplarının bir devamıdır. Ayşe Kulin'in neredeyse bütün kitaplarını okudum. Bunu da yazarın zaten beklediğim bir kitabı olduğundan hemen alınacaklar listesine eklemiş oldum. Ben kitaplarımı genelde kitapyurdu.com'dan toplu olarak alırım ki elimin altında hep okunacak bir kitap olsun.Yazar bu kitaplarında ailesini ve kendi hayat hikayesini de anlatarak hem geçmiş dönemi hemde başından geçmiş acıları bize açık yüreklilikle sunuyor. Kadınların hayatları nedense erkeklere oranla hep daha zor..İster zengin olsun ister fakir, kadınların çilesi hiç bitmiyor.Yazarın da o döneme göre ne kadar güçlü bir kadın olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Yazar zaten gurur duyduğum bir Cumhuriyet kadınıydı, bu kitapla hayranlığım daha da artmış oldu. Babasına düşkünlüğü ise beni ayrıca etkiliyor. Babasından her bahsedişinde kendi babacığımın benim için yaptıkları aklıma düştü. İçimi nasıl yaktı anlatamam. Evlendim ama babamla ilişkim uzakta olsak hala çok özel.. İşi gereği Rusya'da da olsa çoğu zaman bilirim ki başım sıkışsa iki eli kanda da olsa bana koşar..Otobiyografi severlere hiç düşünmeden alın okuyun derim.

Gelelim ikinci kitaba..

“Bir öykünün ön koşullarını yerine getirmeden yola çıkanlar, öykülerinin neden yollarda kaldığını anlamakta güçlük çekerler.
Bir öykünün ön koşullarını yerine getirmeden yola çıkanların öykülerinin neden yollarda kaldığını anlamakta da güçlükler yok mudur?
Yolda kalmış öyküler, yol almış öyküler, yoldan geçen öyküler, yolda geçen öyküler, yarı yoldan dönmüş öyküler, yoldan çıkmış öyküler, yolsuz kalmış öyküler, yolunu kaybetmiş öyküler, yolumuza çıkan öyküler, yolumuzu kesen öyküler,
Anlamak, anlatmak için yolumuzu beklerler..."

Fazla söze gerek yok hangi kitaptan bahsettiğimi sanırım anladınız:)


Murathan Mungan'ın yazdığı ufak hikayeleri bu kitapta toplayan yazar size keyifli  anlar yaşatacak. Alın kahvenizi elinize ve keyifli kısa bir yolculuğa çıkın:) İş yerindeyseniz eğer öğle araları için ideal! Elinizin altında hep bulundurmak ara ara dönüp bakmak isteyeceksiniz. Köpük bardakta türk kahvesi pek iç açıcı gibi görünmese de iyidir o iyi:))

3 Nisan 2011 Pazar

Uykulu Bir Pazar



Hafta sonları hiçbir zaman hani o erkenden kendiliğinden kalkan insanlardan olamadım..Nisanın ilk pazarında durgun ve bulutlu bir güne uyanmaksa beni daha bir mahmur yapıyor..Yataktan kalkıp salondaki koltuğa yatmak da ne oluyor, sanırsın bütün gece beşik sallamış ve hiç uyumamışım. Böyle acayip bir neşeyle kalkan insanlara nasılda gıptayla bakarım anlatamam. Şöyle ekenden kalsam yağmurlu da olsa çıksam şu temiz bahar havasını koklaya koklaya yürüsem, sonra dönüşte pazara uğrasam mevsimlik meyvelerden alsam ve meyvelerle dolu güzel bir kahvaltı hazırlasam, ne güzel olurdu değil mi?Ama ben hala yatmakta olduğum koltuktan popomu kaldırmış durumda değilim. Hani kendim neyse de allahtan koca bu duruma ses çıkarmıyor. Baktı gördü benden bir hayır yok gitti sessiz sedasız bir makarna yaptı kendine ve usul usul yedi.. Allahtan her şeyi önüne bekleyen bir kocam yok:)) Şimdi düşünüyorum da saat kaç olmuş ve yapılacak bir dünya iş beni bekliyor ama bende tabii ki o niyet yok. En azından şöyle yürüye yürüye pazara gitsek biraz açılsak o sırada bomboş olan buzdolabını dolduracak bir şeyler alsak iyi olacak..Sonra ılık bir duşla yarım kalmış kitabıma gömülsem..Havalar düzelsin artık ya, olmuyor böyle..

1 Nisan 2011 Cuma

N'aber?Standart..Senden N'aber?


                                                                 Bazen izlediğimiz bir film, okuduğumuz bir kitap, gezdiğimiz gördüğümüz yerler bizi öyle bir çekimin içine çeker ki etkisinden kurtulamayız. Bu film de bende öyle etki bıraktı.Film  1990'lı yıllarda  iki gencin kendilerine özgü bir tarzla radyo programı sunmasını konu alıyor..Aslında hayatı olabildiğince ti'ye alıp içlerinden geldiği gibi yaşamayı amaç edinmişler.. Belli bir yolları yok, hayat nereye sürüklerse artık..Bu da sizi düşündürmeden edemiyor bir insan nasıl amaçsız yaşar ki? Ama izledikçe görüyorsunuz ki derin bir melankolinin içindeler..Bu iki genç aslında bu koca dünyada kendilerini bir yere ait hissetmiyorlar..Herkes gibi olmak umurlarında bile değil, bir yarış, bir hırs peşinde koşmuyorlar. Bu da zaten onları farklı yapıyor..Dikkat çekiyor farklılıkları ve dinleyenler zamanla bu iki gençten kendilerinden birşeyler buluyor..
    Bu film beni bazen güldürdü, bazen hüzünlendirdi, bazen kızdırdı, bazen düşündürdü, bazen de kıskandırdı..Her ne olursa olsun ben de kendimden birşeyler buduğum kesin..Bir şeye kesin olarak katılıyorum "Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki?"Ama nedense (kendim de dahil) neden bu hayatı bu kadar çok ciddiye alıyoruz ki? Hep bir yarış halindeyiz, kazanma hırsı bürümüş her yanımızı..Bunun için karşımızdakini kırıp kırmadığımız umrumuzda bile olmayabiliyor..Amaç ne peki? Tamam amaçsız yaşanmasına da karşıyım ama bu amaç doğrultusunda geride pek çok canı acıtıyorsak kazanmak da ne oluyor ki? Bu da aslında " Kendinden ne kadar uzaksan, o kadar yakınsın yok oluşa" cevap oluyor..İnsan kazanma peşinde koşarken yok olmamalı da.. Kendimizi ne kadar da yalnız hissetsek kendimizden, özümüzden uzaklaşmamalıyız..Herkese oluyordur eminim onca kalabalığın içinde yalnızlığı hissetmek. Aslında gerçekte öyleyiz de, bence her insan tek başına bu dünyada..Ama önemli olan hissederek, duyarak, gülümseyerek, paylaşarak yaşamalıyız..Kazanacaksak da hissetme duygularımızla kazanmalıyız..Kazanmayacaksak da varsın olsun kazanmayalım.Yeterki hissedebilelim..Gülmeyi, ağlamayı, sevişmeyi, görmeyi, duymayı, koklamayı..Çünkü bizi var eden duygularımız..

P.S: Başlık film de beni güldüren bir kaç sözden biri.Yazıya neşe katsın istedim..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...