20 Eylül 2013 Cuma

DÖNMEK...



Eskiden yazmayi ne cok severdim, sonra küstüm herseye...
Yapmayi sevdigim hicbir seyi yapmamaya basladim.
En büyük kötülügü kendime ben yaptim oysa!
Ama bugün yeniden ellerim titreyerek yazmaya karar verdim;
Hiç kimse için degil sadece kendim icin...

  Not: Bir de ben anne oluyorum... 

8 Mart 2013 Cuma

ZİNCİRSİZ/ DJANGO

 
Bu film için off off diyorum. Bu yıl izlediğim en güzel filmlerden olur kendisi. Önceleri eyvah Quentin Tarantino yönetmenliğini yapmış kesin ben izleyemem dedim ama öyle olmadı. Filmin sonuna kadar heyecanla izledim, hatta keşke ara olmasaydı bile dedim.
Tipik bir intikam filmi gibi görünse de tarihten de alıntılar yapmayı ihmal etmemiş Tarantino. Öyle ki özellikle Candyland'daki görüntüler aklıma geldikçe hala tüylerim diken diken oluyor. Müziklerini de ayrıca beğendim, sahnelere cuk oturmuş.
Oyuncular içinse tek kelime ile hepsi harikaydı. Ama bu filmde benim kahramanım Doktor Shultz yani Christoph Waltz'dı. Adam hem komik, hem de bir nevi ölüm makinesi gibiydi...Tabii Leonardo Di Caprio'yu da es geçmemek lazım adam yıllar geçse bile yakışıklılığını hala koruyor:) Oyunculuğuna ise söyleyecek söz bulamıyorum. Kısacası bu filmi izleyin derim, tabii fışkıran kanlara, et parçalarına dayanabiliyorsanız. (Söylemesi benden:))

7 Mart 2013 Perşembe

NIVEA yürekleri ağza getiren bir şakayla yeni Stress Protect deodorantı tanıttı

Havaalanında yaşanabilecek en büyük terslik veya en korkutucu deneyim ne olabilir dersiniz? Uçağınızı kaçırmak mı, bavulunuzu kaybetmek mi yoksa hava koşullarından dolayı günlerce havaalanında kalmak mı?

NIVEA, yolcular üzerinde uyguladığı Stres Testi’yle, onlara soğuk terler döktürmüş ve yeni Stress Protect deodorant için eğlenceli bir viral reklam hazırlamış. Videoyu izleyenler, en stresli deneyimlerini #StresTesti etiketiyle Twitter’da paylaşmaya başlamış bile.



Şubat ayında dünya çapında 5 milyondan fazla izlenme ile en çok paylaşılan viral videolardan olan Stres Testi, NIVEA’nın yeni ürünü Stress Protect deodorantı tanıtıyor. Videoda, farklı insanlar havaalanında uçaklarının kalkmasını beklerken, bir anda tehlikeli bir kaçak olarak arandıklarını öğreniyorlar ve ne yapacaklarını şaşırıyorlar.

Günlük hayatımızda karşılaşabileceğimiz heyecan, korku, stres gibi duygu değişimlerinin neden olduğu terleme ile yeni NIVEA Stress Protect deodorantın ne kadar iyi başa çıktığını, esprili bir dil ile anlatan videoyu izleyince, soğuk terlere karşı önlem almanın önemini kesinlikle hissedeceksiniz.

Bir bumads advertorial içeriğidir.


Pİ'NİN YAŞAMI/ LİFE OF Pİ

Özüme dönmem gerek. Daha hayatı ne kadar boşverebilirim ki! Karar verdim artık bekletmeden yazmak itiyorum. Okuyamasam da bu aralar sizi sinemaya boğabilirim...
Tabii bu filmi uzun zaman oldu izleyeli. Belki çoğunuz izlemiş de olabilirsiniz ama ben hem unutmamak için hem de izlemeyenlerinize fikir olabilir diye düşündüm.

Film adı üstünde Pi adında Hintli bir çocuğun hikayesini anlatmakta. Yine ben kitap sevdalısı olarak geçinmeme rağmen bu filmin de kitaptan uyarlandığını filmini izledikten sonra öğrendim. Bu bana senaristlerimizin hayal güçlerine ne oldu acaba dedirttiriyor. Yine de filmi izlerken uçsuz bucaksız bir hayal gücünün karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim. Ama bence bunu kitabın yazarına borçluyuz!
Filmiyle aynı ismi taşıyan kitabın yazarı Yann Martel "Pi'nin Yaşamı" sayesinde 2002' de Mann Broker ödülünü kazanmış. Ayrıca başbakanına dört yıl boyunca hergün kitap göndermekle ayrı da bir üne sahipmiş.

 Bunu da şu sözleriyle açıklıyor:
“Kimin ne okuduğu, kitap okuyup okumadığı kendi bileceği iş. Sıradan insanların ne yaptığı beni ilgilendirmiyor, insanlara nasıl yaşayacaklarını söylemek bana düşmez ama benim üzerimde söz hakkı olan insanlar söz konusu olunca durum farklı. Onların okumalarını istiyorum çünkü sınırlı, vasat hayalleri birgün benim kabuslarıma dönüşebilir” Sizce de haklı değil mi?

Film için; çoğu sahne de yok artık desem de insanın zorluklar karşısında ne denli güçlü durabileceğini çok güzel anlatıyor. Sadece vahşi kaplan Richard Parker'ı izlemek bile keyifliydi...

 

21 Şubat 2013 Perşembe

KİTAP HIRSIZI/ Markus ZUSAK

Uzun zamandır böylesine güzel bir kitap okumamıştım. Tüm okuduğum kitaplardan çok farklıydı. Konu olarak çok yabancı olmadığım ama dili ve anlatımı beni benden aldı diyebilirim. Öyle içime işledi ki kitap sayfalarını hızla çevirmeme rağmen bitmemesi için özellikle direndim. Bu kitabın anlatıcısı bir kere ne ikinci şahıs, ne çocuk, ne kadın ne de erkek... Bu kitabı anlatan ölüm... Ölümün kelimelerle dans edebileceğini hiç düşünmemiştim.

Ve daha ilk sayfalarda diyor ki:

Bazen çok erken gelirim. Acele ederim, ve insanlar hayata beklediğimden daha uzun süre tutunur...
Ama zamanın bir yerinde olabildiğince yanınızda duracağımı söylemem yeterli.
Ruhunuz kollarımda olacak. Omzuma bir renk konacak. Sizi nazikçe uzaklara götüreceğim.

Ne kadar küstahça değil mi? İG takipçilerim bilir bu cümle bana o kadar dokunmuştu ki sormadan edemedim, acaba hep nazikçe mi gideriz diye? Geçmedi birkaç gün ölüm dedemi aldı uzaklara götürdü. Umuyorum ki gidişi nazikçe olmuştur ve bizlerin bilmediği; gittiği o yerde burada olduğundan daha mutludur...
 
Ölüm hiç susmuyor anlatıyor da anlatıyor ve yine diyor ki:
 
"Bir insan benimki gibi bir kalbe sahip değildir. İnsan kalbi bir çizgiyken benimki daire biçimindedir ve doğru zamanda doğru yerde olmak konusunda kusursuz bir yeteneğim vardır. Bunun sonucu olarak, insanları hep iyi ve kötü durumlarda bulurum. Hem güzelliklerini hem çirkinliklerini görürüm ve ikisinin nasıl aynı yaratıkta olabildiğini merak ederim. Ancak onlarda benim kıskandığım bir şey var. İnsanlar ölecek kadar akıllılar..."
 
Küçük bir kız ve savaş yıllarında okumaya direnme çabası... Şimdi elimizde imkanlar varken bile okumamak, ya da okumayı boş bir iş olarak görmek. Bu kitap ince çizgileri farkedebilmem için bana okkalı bir tokat attı...
 
"O bir kızdı.
Nazi Almanya'sında.
Kelimelerin gücünü keşfetmesi ne kadar da uygundu."
  
 
 

5 Şubat 2013 Salı

SON ZAMANLARDA BEN..


Uzun zamandır aranızda yokum ne yazıkki, nerelerde olduğuma gelince işten sonra ben bu haldeyim... Hem iş hem okul hem de evlilik canım çıkıyor açıkçası:(


Arada kaldığım boş vakitlerde de kendimi eğitme çabaları içerisindeyim deee hala bi faydasını göremiyorum. Yakında mesleği bırakıp kendime ufak bir butik filan mı açsam diye bi hayallerdeyim. Bazen boşa okuduğumu düşünüyorum...

 
Şans yüzüme gülsün diye karşıma iki seferdir çift gökkuşağı çıkıyor ama hala bir gelişme yok:(
 
Sonra sınavlarım olmasına rağmen uzun zamandır kendimi yanında çok rahat hissettiğim bi arkadaşımın kız arkadaşıyla tanıştım, böyle bi yerde karşılıklı kahve içtik, keşke burda olsa da daha çok vakit geçirebilseydik...
 
Tabii bu yoğunlukta yine kitap okumaya çalışıyorum... Bu cümle beni o kadar etkilemişti ki instagram daki arkadaşlara nazikçe mi gideriz? diye sorarak paylaşımda bulunmuştum. Geçmedi bir kaç gün dedeciğim bizi bırakıp nazikçe uzaklara gitti... (Umuyorum nazikçe gitmiştir...)
 
 
Köyde hava çok soğuk ve karlı olmasına rağmen dedeciğimi çok kalabalık uğurladık... Dedem 1954 yılında 4 gün tutamadığı orucunu kendine iç ederek gitti... Mekanın cennet olsun dedem...
 
Dedemin evi hep bu kadar büyülü görünecek mi , yoksa anneannem de yanımıza gelince bir daha buralara adım atmaz mıyız?
 
 
Köyde, doğal hayatta böyle güzellikler var, biz hergün şehir stresinden ne çok şeyden mahrum kalıyoruz...
 
Hayatta geriye kalan gezip gördüğümüz, yediğimiz içtiğimiz şeyler.
Denemediyseniz Edirne Tava Ciğerini herkese tavsiye ederim. Sevmeyenler bile sever bu ciğeri eminim...
 
 
Ve son olarak instagram da kitapkardeşliği etkinliği sayesinde bu kitaba başladım.. Biraz yavaş gidiyor ama umarım Şubat Ayı içerisinde bitirebilirim..
 
 
 
Etkinliğe katılmak isteyenler için hala geç değil...
Ayrıca @kitapkardeşliği, @kitapkardeşliğisubat tagleri doğrultusunda diğer katılımcıları da takip edebilirler...
 
 
 

7 Ocak 2013 Pazartesi

BUY.OLOGY/ Martin LINDSTROM


Uzun zaman sonra tekrar buraya dönmenin haklı gururunu yaşamaktayım.. Utançla hala 1Q84'ü bitirmediğimi söyleyebilirim. Ama güzel ve her zaman okuduğum kitaplardan farklı bir kitapla bu açığımı telafi edeceğimi düşünüyorum. Hoş zorunlu olmasaydım ben de okuyabileceğimi sanmıyorudum.

Buyology uzun bir araştırmanın sonucu ortaya çıkmış bir kitap. Pazarlama gurusu kabul edilen Martin Lindstrom'un en son çıkan ve çok satan kitaplarından biri. Hakkındaki kısa araştırmama değinecek olursam şu an 40 yaşında olmasına rağmen daha 12 yaşındayken kendi reklam şirketini kurmuş ve dünyada en etkili ilk 100 kişisi sıralamasına giren bir pazarlama dâhisi diyebiliriz. Ama kendisini dahi olarak değil garip olarak tanımlıyor... 11 yaşında bahçede kurduğu Legoland’e ziyaretçi çekmek için yerel gazetede küçük bir reklam yayınlatmış. Bir hafta içinde gelen 131 ziyaretçiden ikisi, eğer Legoland ismini değiştirmezse dava açacağını söyleyen Lego markasının avukatlarıymış. Bu olay sayesinde 12 yaşında kendi reklam ajansını kurmaya itmiş. Ayrıca da hem çok karizmatik hem de çok yakışıklı (Allah sahibine bağışlasın ne diyelim☺)

Genç, karizmatik ve yakışıklı olması bir yana 20 yılı aşkın süre firmalara marka konumlandırması ve pazarlama konusunda yardımcı olmuş. Buyology de bu 20 yıllık tecrübenin neticesinde oluşmuş. Üç yıl boyunca beş farklı ülkede 2 bin kişiyle ve 7 milyon dolara mal olan nörolojik araştırmalarının sonuçlarını ve nöropazarlamanın ne olduğunu çok güzel bir dille anlatıyor. Kitap dili özellikle çok akıcı ve anlaşılır. Okurken keyifle ve sıkılmadan okuyorsunuz. Kendi dilinden konuşur gibi anlattığı için sanki sizinle sohbet ediyormuş gibi samimi bir havası var kitabın.

Nörolojik araştırmalar deneylere katılan kişilerin beyinlerini fMRI (Fonksiyonel MRI, bir nevi beyin okuma cihazı da diyebiliriz☺) cihazlarıyla tarayarak, hangi durumda beynin hangi bölgesinde aktivite olduğunu ve bu aktiviteler sayesinde hangi markayı neden tercih ettiklerini tespit etmeye çalışıyor. Araştırma sonucuna göre; beynimiz farklı söylerken ağzımız farklı söylüyor. Yani mantığımızla bilinçaltımız birbirinden tamamen zıt kutuplarda☺ Ve satın alma kararlarımızın çok büyük kısmı bilinçaltı düzeyinde gerçekleşiyor. Yani mantığımızı devre dışı bırakıp almak istediklerimizi bilinçaltımıza göre alıyoruz. Aslında bu teze araştırma yapmasızın katılıyorum. Özellikle biz bayanlara göre almak istediğimiz şeyi sadece kafamıza koyalım yeter. Dünya dursa o şeyi almadan rahat edemeyiz☺Paramız mı yok, bulur yaratırız bir şekilde☺Eşimiz mi karşı çıkıyor kıyamet kopacağını bilsek gizli gizli yine alırız...
Ayrıca kitabın 3. Bölümünde  ayna nöronlardan da bahsediliyor. “Biyoloji açısından DNA neyse, psikoloji için de ayna nöron odur.” deniliyor. Bu nöronlar sayesinde bir insanın yaptığı şeyi gözlemlediğimiz zaman biz de zihnimizden aynısını yapıyoruz. Örneğin; kitaptaki örnekte biri dondurma yediği anda beyninde tepki veren bölge ile dondurma yiyen kişiyi gözleyen kişinin beyninde tepki veren bölge aynı. Yani, bu nöronlar aldığı sinyaller aracılığı ile taklit etmemizi sağlıyorlar. Bira şişesinin ağzına elma dilimi limon koyulması nereden çıkmış dersiniz? Bir barmen müşterilerin kendi yaptığı bir şeyi taklit edeceklerini idda etmiş. Ardından da bira şişesi ağzına limon koymuş. Bugün birçoğumuz birayı böyle içiyoruzdur herhalde. Şahsen ben hala öyle içiyorum.☺ Reklam dünyası bunu keşfetmekte çok gecikmemiş... Örneğin susadığımızı ve coca cola içmemizi öneren görüntüler gibi… Bu yayın tipi doğru bulunmayarak yasaklanmış. Şu sıralar buna örnek sosyal medyayı örnek verebiliriz sanırım. Son zamanlarda gözde olan moda blogları sayesinde birçok bayan gidip aynı elbiseyi aynı ayakkabıyı almıştır eminim. Hatta birçok marka bu bloggerlarla anlaşma yaparak daha çok satış yapmak ve markasını tanıtma yoluna gitmiştir. Kendim de bir kitap bloğu olduğum için birçok blogger sayesinde elimde okunacak kitap olmasına rağmen gidip bir sürü kitap alışverişi yapmışlığım oldu.☺

Sonuç olarak bu kitaba ve araştırmalara göre Martin Lindstrom duygulara ve bilinçaltına hitap edin diyor… Sizce de haklı sayılmaz mı? Özellikle biz bayanlar bu tür oyunlara çokça kanmaktayız. Son bir tane kaldı, başka kalmadı yalanlarına kanıp bütün paramızı o kalmayan çantaya ya da ayakkabıya yatırabiliyoruz… Genel itibari ile güzel bulduğum bu kitabı gönül rahatlığı ile tavsiye edebilirim. Özellikle pazarlama ya da satış bölümünde çalışan arkadaşların oldukça işine yarayabilir. Artık dünya markasına girmiş bir markamız olmadığından mı ne tek eksik yön olarak kitabı çok Amerikanvari buldum. Araştırmalar hep Lipton, Pepsi, Coca-Cola gibi markalar üzerinde. Kendi de 2010 yılında Hürriyet gazetesi ile yapmış olduğu röportajı birazcık da olsa bu yorumumu destekliyor nitelikte. 
Röportaja göre Lindstrom; “Türkiye çok fantastik bir ülke. Giderek bilinirliği ve saygınlığı artıyor. Muazzam bir potansiyel var ama bunu yeterince kullanamıyorsunuz. Çok iyi iş çıkardığınızı söyleyemem. Global tek markanız THY. Reklam kampanyalarıyla iyi bir çıkış yaptı. THY’nin cesaretini diğer markalarınız da göstermeli.”diyor…


Öyle mi dersiniz?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...