29 Eylül 2011 Perşembe

Yükselmek?

Şimdi mezun olduktan sonra kariyer hayatıma başlayalı tam tamına iki yıl altmış iki gün oluyor. Geldiğimden beri masa üstü takvimimin üstünü geçen hergün için çiziktiririm. Neden böyle yaptığımı da hala çözebilmiş değilim. Ama sanırım kendimi burada hapsolmuş gibi hissettiğimden olabilir. Tamam mesleğim güzel, geleceği  de var ama gel gör ki geçen günler, aylar, yıllar bana şimdiki bu canlılığımı hissetirebilecek mi? Geldiğimden bu yana bir çok şey değişti, gelen de oldu giden de... Çoğu kişiler geldikleri yere yağcılıkla geldiler (yani halen daha görmüş değilim bilek gücü ile gelenini..) Gidenlerin çoğu da burada kendilerine bir gelecek göremedikleri için gitti.. Şimdi bu iki yılın sonunda ben anlamış oluyorum ki ne becerebilirim birilerine yağcılık yapmayı ne de hayatıma bu kelimeyi sokabilirim.  Sizce halen daha bu şirkette bana bir gelecek var mıdır? Ben böyle düşüne dururken demekki birilerine kendimi sevdirmişim. Bahsetmek istediğim yükselmek değil de birilerinin kalbine yükselmişim diyebilirim. Aramıza katılması çokda eski olmamakla beraber yine ayrılma kararı veren kariyer hayatında çok tecrübeli birinden bugün ufak ama içimi ısıtacak kadar şeker bir hediye aldım. Bazen hediye almak, sevildiğini hissetmek ne kadar da mutlu edermiş meğerse insanı...Sanırım bu iki yılın sonunda anlamış oluyorum ki herşey kariyer değil, önemli olan adını yıllar sonra da hatırlayabilecek birilerine sahip olmakmış.. Ama yine de ben hala gün saymaya devam edeceğim sanırım.. Kariyerimde  söz sahibi olmak için biraz daha buna katlanmak gerektiği hissediliyor...

27 Eylül 2011 Salı

Sana..


Yazdıklarımı hiç okumadın ya da bana belli etmedin. Zaten hep öyle değil misin şımarırım diye bana çoğu duygunu göstermezsin.  Ama bilirim ki seversin beni değil mi? Hala şaşırım biz iki zıt karakter bunca yıldır nasıl  birlikteyiz diye.. Sen deli dolu yerinde duramayan, bense huysuz bir cadı oldum hep.. Zaten hep bu huysuzluğum yüzümden herkes hep seni daha çok sevmedi mi? Sevdi ama kimse seni benim kadar çok sevmedi, sevemezde!! Ama o liseli kızken bu kadar huysuz değildim sanırım? Hayat mı yordu da ben bu kadar huysuzlaştım?  Bilinmez.. Ama bildiğim birşey var o da karlar altında elini tuttuğum ilk gün biliryordum seninle aynı yolda yürüyeceğimi... Acı tatlı ne çok şeyi paylaştık birlikte.. Birlikte çocuk olduk, birlikte büyüdük biz.. Hayata birlikte adım attık! Sen benim hep ilklerim oldun. On yıl oldu birlikteyiz, bugün de tam iki yıl oldu aynı yastığa baş koyuyoruz.. Umarım saçlarımıza ak düştüğünde de birbimize bu denli bağlı oluruz.. Aynı bu resimdeki gibi yaşlanmak dileğiyle bitanem..

26 Eylül 2011 Pazartesi

Fazla Söze Gerek Yok:)

Havanın bu kadar iç bunaltıcı olmasının aksine bugün tüm ruhumla pozitifim dünyaya. Bunda sebep sabah eşimle birlikte kalkmış olmam olabilir mi acaba? Her sabah sinir edici bir kıskançlıkla onu hala uyurken bırakmak ve benim daha gün aydınlanmadan yollara düşmem ne büyük bir talihsizlik:) Hele onu gözleri kapalı giyinirken görmek tam bir şenlikti doğrusu.. Ne yazıkki öğrenciyken kurduğum tüm hayaller ters yüz olmuş durumda. Erkek dediğin önce çıkar bir kere evden, sen kahvaltı hazırlarsın keyifçe kahveni yudumlarsın onun arkasından. Ama bizde bırak onun önce çıkmasını koskoca apartmanda ben çıkıyorum önceden..Sokaklarda in cin top oynar.. Kahve keyfi ise pembe hayallerden morlaşmaya yüz tutmakta artık:) Ben bir yandan servise yetişme telaşı bir yandan da kendimi fazla ayıltmama gayretindeyim her sabah. Nitekim servise binince bölünmüş uykuma devam etme niyetindeyim:) Çok pozitifsem bu sabah olduğu gibi birkaç satır da okuyabilirim.. Tabii milletin sanki deli dana görmüş gibi bakışlarını yok sayarsak hala pozitifsinizdir:) Bugün kahve keyfini yine sabah yapamadım ama az önce içtiğim kahvenin telvesi hala damaklarımda:) Vesselam hayatın tüm olumsuzluklarına bugün kapalıyım..Fazla  söze gerek yok bugün çokkkk pozitifim....
İki tık tık yapalım ki nazar değmesin:)





22 Eylül 2011 Perşembe

Cariyenin Kızı Mihrimah/Demet ALTINYELEKLİOĞLU


Nihayet kitabı bitirebildim...Nihayet diyorum çünkü bu kitapta özellikle çok sıkıldım. Bunun bir önceki kitabı Moskof Cariye Hürrem'i okumuştum, onun devamı şeklinde olacağını düşünerek alıp okudum. Ama  ne yazık ki bir öncekinden çok farklı değildi..Özellikle kitaptaki gereksiz ayrıntılar beni zaman zaman sinir krizleri geçirtecek kadar sıktı. İlk kitabında yazarı sevmiştim,anlatımı uslubu, kurgusu güzeldi..Şimdi üçüncü kitabı ''Valide Sultan Nurbanu'' çıktı, bir yanım okumak istese de bir yanım acaba yine sıkıcı mıdır  diye düşünmeden edemiyorum. Gereksiz ayrıntıların dışında konu olarak sevdiğimden dolayı yine de okunabilir bir kitaptı. Bu konu ile alakalı farklı kalemlerden ele alınarak yazılmış birkaç kitap daha okumuştum. Fakat Demet Altınyeleklioğlu kitabında en azından kendi adıma diyebilirim ki bilmediğimiz farklı konulara da değinmiş. Bence bu tarz kitaplar yani roman tarzı yazılmış tarihi kitaplar daha cezbedici..Arada sıkılsanızda en azından sizi araştırmaya itiyor diyebilirim.Yine tarihimi merak ettim gerçekten öğrenmek istiyorum diyorsanız farklı yazarlardan yazılmış aynı konuları ele alan kitapları okumalısınız. Bir kaynak  gerçekleri yansıtmak adına hiçbir zaman yeterli olmaz.

Kendi adıma diyebilirm ki ne Sultan olmak isterdim ne de Prenses..Gayet zor bir hayatları olduğu kesin. Hele ki özgürlüğüme bunca düşkünken kendimi saraylar içinde hapsolmuş  ipekler içinde hayal edemiyorum:)

Son olarak;

''Al yeşil bayraklı gemilerle kanatlanmak isterim. Yelkenlerin rüzgarla dolmasını görmek...Rüzgarda saçlarımı uçurmak...Ak kuşlarla yarışmak...Küreklerin şıpırtısını duymak isterim. Sıçrayan köpükler yüzümü yıkasın isterim.''  Syf/152

diyerek böyle bir özgürlüğe herkesin sahip olmasını dilerim...



21 Eylül 2011 Çarşamba

Düşünmekteyim!!!

Hiçbir zaman sabırlı bir insan olmadım. Sanırım olamayacağım da..Herşeyi hep bir anda olsun isterim. Okula başladığımda hemen okumayı öğrenmek istemem, işe başladığımda milletin yıllarca emek verdiği şeyleri bir günde öğrenmeyi istemem, aşık  olduğumda karşılığını hemen istemem gibi..Hiçbir şeye sabrım yok hep herşey bir an önce olsun bitsin isterim. Ya olacak o iş ya da olmayacak..Bu kendimi bildim bileli hep böyle...Malesef ki sabrım olmadığı gibi birşeylere emek harcarken olması gereken biraz zaman istiyorsa sıkılıp bırakmam benim çoğu kez başarısız olmam ile sonuçlanmıştır..Ama işte bu hayat benim için  ya artı olacak ya da eksi ona göre yönümü çizmem gerekli.. Allahın sevgili kulu olduğumu hiç saklamıyorum, bunca şımarıklığa karşın halen daha bana yüzünü güldürüyor. Belki de biliyor bu kulunun huyunu, birşey olmadı mı kendi canından bile vazgeçebileceğini.. Bu aralar yine dellendim, sabırsızlığım tuttu.. Millet deli gibi aylarca iş ararken okulu bitirdiğim günün ertesi günü ilk iş görüşmemde işe kabul edildim. Okuldan geldiğim akşamında da babamdan bir sürü nasihat dinledim, kendini kaptırma bir çok aday olacak ilk iş görüşmende işe alınmayı bekleme diye..Millete alay konusu bile oldum bu sebeple..Sabırsız olsam da hayattan çok fazla  beklemediğim şeyler dışında tüm istediklerim oldu.. İstediğim şeyleri kalpten isterim çünkü. Sevdiğim adam benim olsun, okul okuyayım, işe gireyim.. Oldu ama..Okulla alakalı bir problemim vardı, sınava tabii tutulmam gerekiyordu, çok üzüldüğüm ve beni çok etkileyen bir konuydu kalpetten istedim o da oldu..200 kişilik sınavı 5 kişi kazandı ve kitap açmamama rağmen 1. oldum. Şimdi yine bir isteğim var, acaba çok şey mi isterim? Yoksa çok mu sabırsızım yaaaa....Dün tam da böyle şeyler düşünmekteydim ki garip bir e-mail aldım kim olduğunu bilmediğim birinden..Mail attım sizi çıkaramadım diye,  şahsen beni tanımazsınız ama ben sizi tanıyorum filan ve içimden geldi size atmak istedim bu maili diye bir cevap geldi..Garip çok garip.. Çünkü ben tam da bu aralar birden büyümek ve her istediğim olsun istemekteydim yine....

iki HİKÂYE - ÜÇ DERS - BİR SÖZ 
1.Hikâye-Kavak Ağacı ile Kabak
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş.
Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.
Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. 
Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?-On yılda, demiş kavak.-On yılda mı? 
Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye
, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış.
 Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için. 
 
1.Ders: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz.
Kolay kazanılan, kolay kaybedilir.  Her işte alın teri ve emek şarttır.
 
2. Hikâye-En iyi Buğday
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. 
Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. 
Çiftçi:-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? 
Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. 
Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olmasıdemektir.
Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.
 
2. Ders: Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.
  
3. Ders: Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.
 
'Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.
Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır. 
Aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur.
 
'Afrika Atasözü Çok çalışmak, emek harcamak, güven vermek, sevmek ve paylaşmak hayatın anlamlı olmasını sağlar. 
Her sabah uyandığımızda bir de böyle bakalım dünyaya. Unutmayın hayat uzun bir öyküye benzer. 
 KALIN SALICAKLA

15 Eylül 2011 Perşembe

Eylül İşte..


Eylül... Fersude sonbaharların giriş kapısı... İlk yaz rüzgârından alınmış bir hızla savrulan düşüncelerin hoyrat hayallerin ve avare zamanların yorgunluğu kırgınlığı pejmürdeliği içinde yeniden derlenip toparlanması gereken hayatın rengi... Ve yeniden başlamanın yorgun ritmini hatırlatan yağmurlar... Bölük pörçük hatıralar kırık dökük sevinçler... Şiir kılığında gelen acı...

Eylül işte; nâm–ı diğer hüzün...

Eylül... Her şair için ayrı bir Leyla; kurşunî gelinlikler giyinip de gelen... Dilemmaların çıldırtıcı sükunu bir yanda; ve bir yanda sislerin ve buğuların ardından sökün edip yürümüş sancıların ilhamı... Katar katar uzaklaşan kuşların kanatlarına yüklenen son arzular kadar umutsuz ve beklenesi...

Eylül işte; nâm–ı diğer pişmanlık...

Bilmiyorum siz bu yazıyı okurken yağmur yağıyor olacak mı?.. Belki yapraklar savruluyordur şimdi bulunduğunuz şehirde; belki sular kararıyordur yavaş yavaş... Altın kızılı bir gurubun soyunmuş dalında çifte kumruları seyrediyorsunuz belki de... Bir sanatoryum bahçesinde gezinen uzun saçlı zayıf ve genç iki kaderdaştır belki ikindiler ve yağmurlar... Belki sizin kentin huzurludur akşamları belki de alaca düşmüş gecenin bir yüzünde siyah tırnaklarını ruhunuza geçirmeye çalışan ifritler dolaşır...

Eylül işte; nâm–ı diğer melal...

Tenha yollar aşınmış günler hayata dar gelen arzular ve kanadı kırık kuşlar... Tabiatın birden uyanıp gerçeği gören yüzü... Kıymeti bilinmeyen lezzetin çamurlara bulaşmış sarı bir acılık tarafından istilasına karşı şaşkınlık... Acıların beyhude sevinçlerin zavallı mutlulukların fanî olduğunu anlamanın dehşeti...

Eylül işte; nâm–ı diğer ölümün rengi...

Eylül... Yaşanmamış mevsimlerin en gerçeği... Uçuk benizli koşuşturmacalar yeniden kurulan defter–kitap pazarı... Eski okul çantasına kalem yerine ancak gözyaşını koyarak okula giden minik adımlar... Yoksul mahallelerde gitgide çamurlanacak karanlık sokaklar... Camlara mıhlanıp 70 yıllık muhteşem bir sükût ile yolları seyreden kırçıl hatıralar... Ciğer paresini okula eksik kitapla gönderen annenin yüreğindeki çizik... Para etse canını da verir ama...

Eylül işte; nâm–ı diğer acının mührü...

İskender PALA

12 Eylül 2011 Pazartesi

Sırça Fanus/Sylvıa PLATH

 Kitabı almamdaki ilk sebep çok yakın bir arkadaşımın kız arkadaşı intihar girişiminde bulundu bende düşündüm ki intihar eden yazarların kitaplarını okursam insanların neden intihar eğiliminde olduklarını algılayabilirim..Sırça Fanus tam da istediğim şekildeydi. Yazar kitabını yayınladıktan bir ay sonra intihar ediyor. Sanırım intihar eğiliminde olan insanlar çok başarılı olsalar bile özgüvenleri olmadığı için kendilerini sürekli başarısız olarak algılıyorlar. Kitapta birçok eleştirmene göre yazarın hayatından kesitler sunduğunu doğrulamakta ve okuduğunuz süre boyunca da yazarın bariz bir şekilde kendine ne kadar güvensiz olduğu irdelebiliyorsunuz. Bir çok eleştirmene göre intihar etmesindeki sebebin annesiyle arasındaki bağın neden olduğu söyleniyor fakat kitapta annesiyle ilişkilerine çok fazla değinim yapmadığı için bir şey söyleyemeyeceğim . Bence böyle durumlarda intihar girişimine sebep birçok neden olabilir. Ama bunu tetikleyen birşeyler mutlaka vardır. Ailede yaşanan travmalar, okuldaki başarı veya başarısızlıklar, arkadaş ilişkileri, ergenlik döneminde yaşanan ruhsal ikilemler..Bunlar ancak ayrı ayrı ele alındığında bir sonuca varılabilir. Tabii hastanın kapılarını size ne derece açtığıyla da çok alakalı bu sonuç.. Psikolog olmamakla bereber  bu konuyu sadece merak ettiğim için araştırma gereği duydum. Ama sanırım bir insan kafaya koymuşsa siz ne yaparasanız yapın onu kurtaramazsınız. Ancak bizler yol gösterebiliriz. Ve eğer karşımızdaki bunu kabul etmiyorsa yapabileceğimiz birşey yoktur. Onlar kandileri isterse kapılarını bize açar ve gitmek istedikleri yolu yine anca kendileri belirler..

11 Eylül 2011 Pazar

Payıma Düşenler..

Açıkçası ilk defa gittiğim bu sahaf festivali ben gerçekten çok mutlu etti. Bir sürü hikayesi olan bu kitapların arasında sanki başka bir yolculuğa çıktım. Kimbilir bu kitapları kimler okudu ve neler hissetiler diye düşünmeden edemedim. Bu kadar kalabalık oluşu ise beni daha çok şaşırttı diyebilirim. Türkiye'de kitap okuyan sayısı bu kadar düşükken böyle bir kalabalığı beklemediğimi eklemeden edemeyeceğim. Böyle bir kalabalık gerçekten görülmeye değerdi.. Sahafçıların da mutluluğu gözlerinden okunuyordu.

İşte bu festivalden benim de payıma düşenler...



Açıkçası zamanla tekrarlanmayan İngilizce bir zaman sonra hatırlanamaz hale gelebiliyor. Sürekli okunan kitaplarımızın arasına İngilizce olanlardan da eklesek hiç fenana olmaz sanırım.. Bunları inceleyerek ve okuması gayet anlaşılır olduğu için kütüphaneme eklemekte sakınca görmedim..



 2010 yılının en çok okunan kitapları arasında seçilen Shantaram ve Dünya Klasiklerinden okumadığım Jane Eyre kütüphanemde yerlerini aldılar. Aslında listem oldukça kabarıktı fakat bulamadıklarım olduğu gibi yeni çıkan kitapların fiyatları sahaf indirimi olmasına rağmen kitapyurdu fiyatına göre pahalıydı. Öncelikle tavsiyem almak istediğiniz kitapları internette araştırmanız ve karşılaştırarak alışverişinizi yapmanız olacaktır. Gerçi genel bir söylentiye göre kitapyurdunda satışı yapılan kitapların orjinal olmadığı konuşuluyor fakat bugüne kadar aldığım kitaplarda böyle bir sorunla karşılaşmadığımı söyleyebilirim. Hatta yazar tarafından imzalanmış olanlar bile vardı..  Benim aldığım bu kitapların toplamı 20 TL tuttu ve özellikle ingilzce kitaplar piyasada çok pahalı olduğu için bu alışverişten gayet karlı çıktım:)

Daha sonra ise İstiklal'in kalabalığına karıştım. Niyetim sıcak bir kahve içmekti fakat eşimin de bana eşlik edeceğini öğrendikten sonra vazgeçtim. Onu beklerken bu cicişlere de hayır diyemedim:)



Biten yazın son indirimlerinden faydalanmak gerekli değil mi:)

Daha sonra ise eşimin katılmasıyla birlikte Nevizade'de başbaşa güzel bir akşam geçirdik.. Dolu dolu ve gayet karlı bir gün geçirmenin mutluluğuna diyecek yoktu:)


9 Eylül 2011 Cuma

Yarınki Plan

Ne Öyle Ne Böyle Blog sahibesi sevgili Ceren'in verdiği habere göre 5. Beyoğlu Sahaf  Festivali 6 Eylülden itibaren kapılarını açmış. Tabii benimde yarınki plan belli oladu böylelikle:) Bir sürü kitap arasında ufak bir yolculuğa çıkmak sanırım çok keyifli olacak..Gitmek isteyenlere duyurulur Festival 6 Eylül'den 18 Eylül'e kadar devam edecekmiş..Bu haber beni çok sevdindirdiği gibi sanırım bütün kitapseverleri sevindirecek gibi.. Listemde alınması gereken bir sürü kitap olması nedeniyle umarım bütçemi zedelemeden en ufak hasarla atlatırım bu gezintiyi:) Kitapları görünce nedense kendimi kaybetme durumları yaşarım her seferinde de...


Daha sonra ise uzun zamandır gidilmeyen İstiklal Caddesine yürümek ve sıcak bir kahve içmek bünyeme çok iyi geleceğe benziyor..

Hepinize şimdiden güzel bir haftasonu geçirmenizi dilerim...
Mutlu haftasonları:)

Sevilmek!

Sevilmek güzel şeydir değil mi? Hele de ardınadan birileri gideceğinizi öğrendiğinde sizin için gözyaşı döküyorsa..Sevildiğini bilmek  ise apayrı bir mutluluk yaşatır insana. Herkese nasip olmaz bu ne yazıkki. Bazı insanlarda şeytan tüyü varmışcasına ilk andan itibaren kanınız ısınınıverir ve diğer insanlardan onları ayıran nedir anlayamazsınız hiç. Ama gözlerinde size karşı yaydığı ışık yeterlidir sizin için. Aslında bugün hem üzgün hemde mutluyum; gidene üzüldüğüm fakat bu kadar seveni olduğunu öğrendiğim için de mutluyum. Çok tecrübeli değilim iş hayatında iki yıldır aynı yerde ve ilk çalışmaya başladığım yerdeyim. Fakat bir insan ayrılıyorsa şirketten ben daha önce görmedim arkasından ağlandığını. Kovulanlar için zil takıp oynanır, istifa edenler için ağlanır mı bilmiyorum. Sevdiğim bu hanım istifa etti ama benim için kovulsaydı da fark etmezdi..Sanırım diğerleri için de öyledir durum.. Ne mutlu ona ki bıraktığı yerde birçok seveni var. Herkese nasip olmaz bu durum, darısı bizim başımıza diyelim...Yaptığımız işin ne olduğu önemli değil sanırım önemli olan insan olmak. İnsansan bu durum yüzüne yansıyor galiba.. Öyle mi acaba?

8 Eylül 2011 Perşembe

Karga Korosu/Kamil KARLIDAĞ


Bu kitabı çok merak ettiğimden almıştım fakat ne yazık ki hayal kırıklığını uğradım. Tamam prikoloji güzel, felsefe güzel de nereye kadar? İnsanı resmen depresyona sürükler bu kitap. Kamil Karlıdağı'ın ilk kitabı ve benim de bu yazarın okuduğum ilk kitabı. Sanırım yazar ilk ve son kez bu kitabı yazmış daha sonra çıkan başka bir kitabına rastlamadım çünkü. Kitap yazarın belki de kendi hayatından bir kesintidir. Neyse ne, kitap bir çocuğun çocukluğunda ailesinin sebep olduğu travmadan dolayı içe kapanışnı ve bunlarla baş etme hikayesini anlatmakta. Annesinin psikolojik bunalımı çocuğu aşırı derecede etkilemekte ve bu nedenle üniversite okumak isteğiyle evden ayrılmaya karar verir fakat annesi çocuğun gitmesini istemez. Birgün eve içkili gelerek çocukluğunda babasının içkili bir anında annesinin içine kapanmasını sağlayan olaydan dolayı içki içmesine çok kızar ve  annesi o günden sonra çocukla bir daha konuşmaz. O da üniversite okumaya şehre gider. Birkaç ay üniversiteye devam ettikten sonra da çok başarılı bir öğrenci olmasına rağmen üniversiteyi bırakır ve geçimini sağlamak için  öğrencilere ders vermeye başlar. Fakat bir gün aldığı bir telgrafla annesinin öldüğünü öğrenir ve yaşadığı kasabaya geri döner. Annesinin kimsesizler mezarlığına gömülmesi de acısına acı katmıştır bu genç delikanlının.. Daha sonraları ise annesinin evine yerleşir, bir iş bulur ve tanımadığı fakat yardıma muhtaç birkaç insana bu evin kapılarını açar. İş yerindeki en iyi arkadaşının kızına sırılsıklam aşık olur ve aşk acısı çeker. Evde bir aile gibi yaşayan insanlar dış etkenlerce pek hoş karşılanmaz ve başlarına olmadık ve acımasız işler gelir. Bu arada yine arkadışının kız kardeşine aşık olduğu için arkadışına ve ailesine ihanet ettim duygusu ile kendini yer bitirir. Bu duygularla baş edemeyeceğine karar verir ve arkadışına açılır fakat arkadaşı duruma çok sevinir.  Tam herşey yoluna girmişken kız bu delikanlıyı hep ağabey gibi gördüğünü ve bunun asla olamayacağını belirtir. Evdeki gelişen üzücü olaylar ve kız tarafından reddedilişi içine daha çok kapanmasına neden olur.  En sonunda da delikanlı kafayı yer.... İşte kısaca kitabın özeti böyle.

Kitabın kapağı ise kitabın konusuyla hiç örtüşmemesi bir yana gayet de ürkütücü bir görünümü var. Yine de herkesin görüşü kendine.. Ben okudum çok dramatik buldum ama siz okursanız belki de çok etkilenirsiniz. Ama kendi adıma söyleyebilirim ki piyasada çok daha ilgi çekici ve okunmaya değer bir sürü kitap varken bununla zaman kaybettiğime yanıyorum.


5 Eylül 2011 Pazartesi

Bayram Raporu..


Evet yine yeniden bir pazartesi..Ve yeni bir iş günü. Herkes bu resimdeki gibi  mi hissediyordur bilinmez  ama ben gayet enerjik bir şekilde iş başındayım. Öyleki sabah 6.15 yerine 5.32 de gözlerim faltaşı gibi aydınlıktı. Uyuz bir sivrisinek sağolsun:) Yatmayı çok sevmeme rağmen bu tatil bünyeme fazla bile geldi diyebilirim.. Herkesin bir yerlerde oluşu ve benim sinir bir şekilde evde olmam sebebiyle  bu bende uyuz bir yüz ifadesine sebep oldu. Neyse ki bugün pazaretsi ve allaha şükür gidebileceğim bir iş var:) Hele ki hedeflenen satış oranını aşmamız sebebi ile yarım maaş ikramiyeyi hesabımda görmek bu işi daha da çok sevmeme sebep oldu.. Öğrencilikten sonra ilk defa bu kadar uzun bir süre evde olmam bir şeyi kafama sokmamı iyice sağladı. Anladım ki ben uzun süre bir evde oturacak kadar sabırlı biri  değilim. Gerçi hiçbir zaman sabırlı biri olamadım:) Yani yapacak ne varki? Ev işleri desen bir günde bitiyor, bir saatte de yamek yapıyorsun, ee sonrası? Sonrası hiç, evde eşimle tembel tavuklar gibi yattık:) Hatta bir süre sonra birbirimize dayanamaz hale bile geldik.  Benimle dalga geçen kendisi yaz gribine yakalandı. Ve böylelikle hem alçılı kolu, hem gripli oluşu benim sinirlerimi iyice zorladı. Koca malesef hastalık hastası oldu gitti.. Neyse ki tatile denk geldi de ucuz atlattık.  Bu süre zarfında Dexter sağolusun zamanın çabucak geçmesini sağladı. Bitince de ee şimdi biz ne yapacağız olduk:)  Dokuz günlük tatil sonucunda Dexter bitti. Kocanın hastalığı bayağı bir düzeldi. Bugün kontrolü var bakalım sonuç ne olacak..Ütüler bitti, fakat yerine yenileri eklendi:) İki kitaba başlandı fakat ikisi de yarım:) (Haftasonuna bitmesi umuluyor) İki kitabı aynı anda okuyabilecek kadar sabırsız biriyim işte:) Bol bol uyundu, bol bol tatlı, kahve  tüketildi. Uzun süredir görülmeyen arkadaşlarla görüşüldü, mutlu olundu. Sonuç olarak herşeyin bu kadar bol oluşu bünyeye biraz ağır geldi ve artı 2 kilo olarak bana geri döndü:)

Neyse efendim bugünün pazartesi oluşuna ve gidebileceğim bir işimin oluşuna hiç bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi..

Mutlu bir pazartesi geçirmeniz dileğiyle..


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...